Zeynep Dereli

Zeynep Dereli

Zeynep Dereli 633 422 Büyük Kulüp

RÖPORTAJLAR

Zeynep Dereli

Zeynep Dereli iyi eğitimli, başarılı, genç bir kadın girişimci… Kulübümüze davet ettik ve kendisiyle söyleşi yaptık…

Yetiştiğiniz aile ortamında ve çocukluk, gençlik yıllarından bahseder misiniz?

Çocukluğum İstanbul’da geçti, Üsküdar Amerikan Lisesi mezunuyum, üniversiteyi Amerika’da okudum.

Müteşebbis bir ailenin çocuğuyum ve bence bu gelecek yaşamınızı çok etkiliyor. Girişimci insanlar nasıl ailelerden geliyor diye bakarsanız eğer, babanız bakkalsa bile girişime daha yakın oluyorsunuz, bürokrat çocuğu olmanıza nazaran.

Annem küçüklüğümüzde hep bizim yanımızda, bizim eğitimimizle çok ilgilenen gayretli bir kadındı, daha sonradan kendisi de üniversite sınavına girip Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldu; ondan çok feyz aldım. Babam da çok farklı alanlarda işletme yapan, insani ilişkileri çok kuvvetli bir adamdı, iki kız kardeşiz, hiçbir zaman erkekten farklı bir şekilde büyütülmedik. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman bunun sebeplerinin babamın acaba bir oğlu olmamış olması mıdır diye de düşünmemiş değilim.

Babasıyla futbol maçına giden, çocukluğunda ailenin istasyonlarını gezmeye, hafta sonu gezmesi diye addeden çocuk olarak büyüdüm, bundan da keyif aldım, fabrika gezmeyi çok severim. Herhalde daha sonra mühendislik alanına eğilme sebeplerimden biri de budur.

Ailede hep güçlü kadınlar vardı, rahmetli babaannem benim için her zaman iyi bir örnek olmuştur. Kendisi hukuk fakültesi mezunu, devrine göre gerçekten çok aydın bir kadındı. İleriki yaşında çalışmadığı için ne kadar üzgün olduğundan bana bahsetmişti, bu da benim kulağıma küpe oldu; çünkü çalışan, ayakları yere basan kadınların hayatta daha özgür seçimler yapabildiğine inanıyorum. O yüzden de gelecek nesillere de bu konuda örnek olmak için çabalıyorum.

Üsküdar Amerikan Lisesi’ni bitirdikten sonra yükseköğreniminizi neden Amerika’da sürdürmek istediniz? Siz mi istediniz, aileniz mi istedi?

Aslında şimdi o kadar bilinçli bir seçim olmadığının farkındayım. Kendi öğrencilerimize de yön verirken daha farklı kriterlerin önemli olduğunu görüyorum. Siz bahsettiniz ve teknik üniversiteden mezunsunuz, ne kadar şanslısınız çünkü Türkiye’de ona göre bir ilişki ağınız oluyor. Şimdi benim için büyük bir eksiklik üniversitede tanıdığım çevrenin Türkiye’de olmaması. Benim global ilişkilerim var, iddialı bir öğrenciydim. Dünyanın en iyi okullarından birine gidip orada ufkumun açılmasını çok istedim. Bir noktada zincirlerimi kırmam için önemli bir değişiklik oldu.

Ailem hiç istemedi, hatta aileme ilk karşı geldiğim konudur. Yani siz beni yollamazsanız ben de burs alır giderim diyecek kadar, kişiliğimin gerçekten oturmaya başladığının ilk göstergelerindendir. İnandığım şeyin peşinden ne pahasına olursa olsun giden bir yapım var. Çok istedim Amerika’ya gitmek, o zaman da ailem bana dedi ki en iyi 5 üniversiteden birine girmezsen yollamayız.

Benim tam istediğim ve tek istediğim yer Princeton’du, başka bir yere başvurmadım.

Eğitiminizi tamamladıktan sonra çok farklı işlerde çalışmışsınız, neredeyse daldan dala atlamışsınız. Çok atakta bulunmuşsunuz, kabuğuna sığmamak gibi. Bu konuda ne dersiniz?

Hiç daldan dala atladığımı düşünmüyorum, aksine hepsinin birbiriyle bir bağlantısı vardı. Bu söylediğinizi affınıza sığınarak eski nesil bakış açısı olduğunu da düşünüyorum. Çünkü yeni nesilde farklı alanları denemek, kendinizi o alışageldiğimiz rahatlık alanınızın dışına ne kadar çıkarabilirseniz o kadar başarılı olduğunu da görüyorum.

İş hayatımla ilgili olarak izninizle şöyle anlatayım; ben yüksek lisans yaptıktan sonra baktım ailemin parasını yemek çok keyifli, doktoraya başvurdum, LCE’de de ekonomi doktorasına kabul edildim. Fakat o zaman babam bana dedi ki yetti artık, sen eğer doktora yapmak istiyorsan önce bir ekmek paranı kazan, ondan sonra doktora yap.

Ben daha önce hiçbir işe başvurmadığım için o anda İngiltere’de bir iş bulamadım ve babamın da yardımlarıyla Osmanlı Bankası’nda işe başladım; benim finans kariyerim o. Kendi tercihim değildi. Mecburiyetten doğmuş bir şeydi ve çok da mutlu olmadım. İngiltere’de iş başvuruları yaptım ve çok istediğim Shell’de iş buldum, yaklaşık 7 sene çalıştım. Shell beni Türkiye’de Mersin’e Ataş Rafinerisi’ne yolladı, çünkü hem Türk biri olsun hem de Türkiye’yi raporlamadan sorumlu biri olsun istediler.

Mersin’deki Ataş Rafinerisi’nin kapanmasında bulundum.

Daha sonra kariyerimde farklı bir şey yaptım, siyasete girmek istiyordum.

Önce mevcut partilerden birine girdim, iktidar partisinden seçildim. Ondan sonra istifa ettim, çünkü siyaseti görmem için yeterli bir deneyim oldu, yeni bir harekette resmi olarak değil, sadece gözlemci olarak bulundum. O vesileyle de Türkiye’de gitmediğim köy kasaba kalmadı. Bu benim için müthiş bir uyanış oldu.

Köyleri, Anadolu’yu gezdiniz, ne gördünüz, nasıl bir farklılık var?

Bizim yaşadığımız Türkiye ile Türkiye çok farklı, onu anlamak lazım ve ona saygı duymak lazım.

İlk yerel seçim çalışmalarına katıldığımda, Ayazağa denilen yerde, Maslak’taki gökdelenlerin bir arka sokağında insanların evlerine patika yollardan çıktığını, o patika yola, Allah korusun bir deprem veya yangın olduğunda, herhangi bir aracın giremeyeceğini gördüğümde ilk uyanışım orada başladı. Yani aynı şehrin içinde neredeyse aynı kilometre çapında yaşıyoruz ve birbirimizden haberimiz yok.

Birbirimizden haberimiz olması lazım ki toplumsal fayda yaratacak şeyler yapalım. İhtiyaçlarımız sadece tek benim ihtiyacım değil, herkesin ihtiyacı. Herkesin yapmak istediği şeylere baktığınızda bir sonraki jenerasyonu daha ileriye taşımak mümkün, iyi bir sağlık hizmeti almak dolayısıyla aynı zamanda da çocuklar için iyi bir eğitim hizmeti almak, en temel ihtiyaçlar, talepler bu yönde.

Bunun her seviyede aynı olduğunu gördüm. Siyasi konulara girmek istemiyorum ama Doğu’da anadili Türkçe olmayan öğrencilerin ilkokula başladığında yaşadıkları dezavantajı Almanya’ya giden Türkler’in çocuklarının ilkokula girdiğinde Almanca bilmediği için yaşadığı dezavantajlarla çok benzer olduğunu gördüm. Bu konuların her birine, toplumsal olarak farkındalığımızı artırıp eğilmemiz gerekiyor.

Anadolu için bir şeyler yapmanız gerektiğine mi inandınız?

Buna neredeyse doğduğumdan beri inanıyorum. Bu da ailemin bana verdiği değerlerden biri, her zaman bize söyledikleri, büyümeye olanaklarımız olduysa bu ülkenin olanakları sayesinde oldu. Dolayısıyla da ülkeye bir şeyler yapma mecburiyetiniz var ve yolumu siyaset dışında seçtim sonunda.

Bunun için illaki bir siyasi görüşe sahip olmak gerekmiyor değil mi?

Hiç gerekmiyor. Kesinlikle, yani solcu olmak veya ortada olmak veya merkezden olmak, sağcı olmak gerekmiyor. Memleket için bir şey yapmak lazım. Sol taraf sanki bir şey yapmak istermiş gibi gözüküyor, ama öyle değil herhalde. İşverenler de çok şey yapıyorlar, oralara atanan hocalarımız, sağlıkta çalışanlar, altyapıda çalışanlar da aslında hepimiz elbirliğiyle bir şeyler yapıyoruz. Üst yapıda bir vizyon verme, yön verme işi var aslında, onları gerçekten yapanlar da oralarda bulunan insanlar; o yüzden kesinlikle illaki bir siyasi görüşe ihtiyacınız yok.

Peki TİNK Koleji Projesi nasıl gelişti, nereden gelişti, nasıl bir misyon bu?

Az önceki konuştuklarımızla bir bağlantısı var mı, yoksa sadece bir yenilik için mi, amaç ticaret mi?

Hayatımda farklı yerlerde bulundum, Amerikan düşünce kuruluşlarından siyasi partilere, STK’lara, özel sektör kurumlarında en üst seviyelerde görev yaptım. Hepsinde gördüğümüz birkaç tane ana trend var, bir kere kendi kendini çevirebilir yapılara ihtiyacınız var, ne iş yaparsanız yapın, yapılan işin sürdürülebilir olması için ticari bir kaygısı olması lazım.

TİNK fikri nereden geldi derseniz, TİNK’i kurmadan önce yine İngiltere’deydim; en son çalıştığım firmanın global boyutta yönetimine girmiştim. Ama artık ülkeme dönme vakti geldiğini ve kendim bir şey yapmak istediğimden çok emindim; son işimde dünyanın büyük firmalarının global boyutta kendini nasıl konumlandırdığını, nasıl birçok konuya etki ettiğini de görmeye başlamıştım. Kendimizi yenilemezsek, sömürge oluruz çok yakında, ama bu sırf Türkiye için değil, bu yeni dijital devrime ayak uydurmayan her ülke için geçerli ve birçok konunun da yavaş yavaş irdelenmeye başlayacağı bir noktaya geliyoruz.

İşte siyaset, demokrasi, yönetim şekilleri, yerel yönetim vesaire gibi bütün bunların temelinde eğitim var, insan kaynağını iyi yetiştirmek var. Son zamanlarda Türkiye’nin global boyuttaki en önemli söylemlerinden biri genç nüfusumuzun olması idi ama, eğitimsiz genç nüfus kadar da tehlikeli bir şey yok. Dolayısıyla genç nüfusumuzu eğer doğru bir şekilde yetiştirirsek, bizim önümüze de kimsenin geçemeyeceğine inanıyorum.

Doğru yetiştirilmiyor mu şu anda, devletimiz gereğini yapmıyor mu?

Yapmaya başladılar ama bu bir süreç, yani dünyada kimse bunu tam çözmüş değil. TİNK fikrine oradan geldim, dünyaya örnek olabilecek bir şey yapmaya karar verdim global boyutta. Yani sadece Türkiye için değil. İngiltere’de büyük kızım okuyordu, oradaki okul sistemini gözlemleme imkânım oldu, ne kadar yetersiz olduğunu gördüm, çok yetersiz. Amerika’da ve İngiltere’de kendim okudum, oralarda da yetersizlik gördüm.

İlk başta Meksika’da bir okul yatırımı yapmak için dünyanın en büyük okul gruplarından biriyle bir partnerlik yaptım, oradan başladı serüvenim. Onlar bu işi nasıl yapıyorlar, oradaki mana nedir, aslında bundan sonra iş hayatında bence başarılı olmak için yapmanız gereken en önemli şey o manayı, sebebi doğru olarak bilmenizdir.

Benim bu işe girişimde amacım Türkiye’nin dijital devrime ayak uydurması için doğru insanları yetiştirmek, onlara örnek olmak, herkesle paylaşmak; içten dışa bir değişimi sağlamak, buna öncü olmak bütün hayalim, motivasyon sebebim bu. Lise seviyesinden girdim işe, çünkü lise seviyesi işin en zor kısmı, velilerin en ince eleyip sık dokudukları nokta, üniversiteye bir adım kalmış. Anaokul, ilkokul, ortaokul için evime yakın, temiz olsun vesaire gibi kaygılarla çocuğunuza bakıyorsunuz. Liseye geldiğimizde çok başka beklentiler giriyor işin içine.

Gerçek dünyayla çok kopuk bir eğitim sistemi var şu anda. İş hayatına çıktığınızda bildiğiniz hiçbir şeyin işe yaramadığını, her şeyi yeniden öğrenmeniz gerektiğini görüyorsunuz. Mühendislik eğitiminde bile öğrendiğimiz bazı şeylerin gerçek dünyadaki uygulamalarını, eğitim sistemi içinde tam görme imkânınız olmuyorsa, onlar ezberde kalıyor, uygulamaya yönelik bir eğitim gerekiyor.

Dijital çağa ayak uyduracak nesiller yetiştirmek gerekiyor.

Benim diğer misyonum da kadınların işgücüne katılımı ve kadın erkek eşitliğini desteklemek. Bu dijital teknoloji firmalarında kadınların katılım oranlarına baktığınızda, çok düşük. Kadınları özellikle de bu konuda yetiştirmemiz gerekiyor, buradan girdim.

Eğitim modeli ile ilgili esinlendiğiniz, bir yer var mı, Almanya’yı incelediniz mi böyle okullar var mı diye?

Hayır, hiçbir yerden esinlenmedim.

Çok fazla yere gittim, bu işi kurana kadar iki yıl boyunca dünyada neredeyse gezmediğim ülke, konuşmadığım eğitim bakanı, özel okulcu kalmadı. OECD genel sekreterine kadar çok insanlarla çalıştaylar yaptım.

Her ülkenin toprağına göre, orada yaşayan insanların o toprakların verdiği genetik bazı yatkınlıkları var. Şimdi o yüzden de kalkıp Finlandiya modeli veya Almanya modelini Türkiye’ye getirdiğinizde, sokağa çıktığımda ben Finlandiya’da yaşamıyorsam inanılmaz bir örtüşmezlik oluyor, o uyumsuzluk çok tehlikeli. O yüzden de farklı farklı neler yapılıyor onu inceledim ve gözlemledim.

Yani Türk Gençleri’nin karakterine, TİNK Koleji’nde uygulamayı düşündüğünüz eğitim modeli çok yatkın diyorsunuz?

Evet, ona gayret ediyoruz. Yani hem bizim örf, adetlerimize saygı duyulan, dolayısıyla, yani bizim ülkemizde büyüklerine kendi ismiyle hitap etmiyorsunuz ama, bu onlara fikrinizi saygı çerçevesinde beyan edemeyeceğiniz anlamına gelmez. Amaç da somut verilere dayandırdığınız fikirlerinizle kendinizi ifade etmenizin teşvik edildiği, hata yapmaktan korkmadığınız, denemenin ödüllendirildiği, yapılan bir hata varsa bile öğrenilmeye yönelik bir bakış açısının olduğunu, farklı bir bakış açısı olan farklı bir eğitim sistemimiz var.

Bildiğim kadarıyla Almanya’da eğitim ve sanayi çok iç içe öğrenciler mutlaka zorunlu olarak stajlarını altı ay bir fabrikada, bir atölyede yapmak zorundadırlar, ona göre hazırlanırlar, piyasaya hemen çıkmazlar.

Öğrencilerinizi nasıl yetiştirmeyi, geliştirmeyi düşünüyorsunuz?

Ne yapacaksınız farklı olarak?

Farklı olacağını söylüyorsunuz çünkü. Daha bir senelik eğitim öğretim hayatımız var, o yüzden size ahkâm keser gibi bunları yaptık demek istemiyorum. 2017- 2018 eğitim öğretim dönemine sadece lisemiz var. 102 öğrenciyle başladık, TEOG gibi, kıstas değil ama, bir kıstas olduğu için 500 puan üzerinden 477 puan ortalamayla öğrenci aldık. Benim arzum kız erkek oranına eşit olmasıydı, ne yazık ki talep o yönde olmadığı için artık elimizdekilerle yüzde 70’e yüzde 30 oldu. Biz bu sene eğitim-öğretime lise seviyesinde başladık, önümüzdeki 2018-2019 eğitim-öğretim döneminde ortaokulu açıyoruz. İznimizi de aldık, dolayısıyla yavaş yavaş aşağı doğru iniyoruz.

Herkes beni, TİNK’i, eğitimde inovasyon yapmış bir kurum olarak tanıyor, inovasyon illa olmayan bir şey yaratmak değil, inovasyon aslında olan şeylerden katma değer yaratabilmektir. E-learning diye bir araç var, teknolojinin hayatımıza getirdiği kolaylıklardan biri, aynı CRM ürünleri gibi, birçok CRM ürünü var ama kaç firma bunu tam olarak kullanabiliyor, çok fazla değil. Çünkü insan gücünü kullanmaya hazırlamanız gerekiyor, iyi örnek platformları, yani teknolojiyi kullanarak, bilgisayar ucundan eğitim-öğretim almayı sağlayan platformlar da yaklaşık 10 senedir hayatımızda var. Onların olmasına rağmen uygulamada bunu yapabilmiş hiçbir kurum yok, Türkiye’de yoktu bize kadar.

Şimdi bundan sonra ne olacak? Biz bir kere her bir öğrencimize kendi bilgisayarını kendimiz veriyoruz, çünkü tabletle eğitimin doğru olduğunu düşünmüyorum.

Peki böyle yaparak, bu gençleri aslında teknoloji firmalarının ticari amaçlarına yönelik insanlar olarak yetiştirmiş olmayacak mısınız?

Hayır, hiç değil. Birçok kurum kendi kodlama dilini öğretmeye çalışıyor, kendi bilgisayarlarını kullandırtmaya çalışıyor. Biz sadece ve sadece açık kaynak kullanıyoruz. Açık kaynak nedir? İleriki dönemde eğitim-öğretim hayatından çıktıktan sonra herhangi bir işletmede o yazılımı kullanacaksanız, lisanslama bedeli ödemeden kullanabildiğiniz ürünlerden bahsediyorum. Dünya bu tarafa doğru gidiyor.

Firma ismi vermeyeyim ama, zaten o tarafta da değişmeyecek olan kurumlar gelecekte başarısız olacaklar. Öğrencimiz hazırlık sınıfı ile başlıyor, öncelikle İngilizce’nin çok iyi olması gerektiğine inanıyoruz çünkü teknolojinin dili İngilizce.

Eğitimde farklı olan tarafınızı anlamak istiyorum.

Bilişim derslerinde farklı bir yöntem uyguluyoruz ve önemli olan da bütün bunun hayatın içinde olması. Her bir derse gelmeden evvel Ters-Yüz Eğitim denilen yeni bir kavram var İngilizce’de de Flat-Learning deniliyor buna. İş hayatında da böyle çalışıyoruz değil mi, toplantıya gitmeden evvel birbirimiz hakkında fikir sahibi oluyoruz?

Niye okullar böyle değil? Bir derse gittiğinizde okuyacağınız konu belli, internetten derya deniz birçok şey var bu konuda. Amerika’nın, Çin’in, dünyanın en iyi profesörlerinin anlatmasını araştır diyoruz, ancak araştır gel yeterli değil. Çünkü derya deniz bilgi, hem avantaj hem dezavantaj ve çok kirlilik var. Öğrencilere sizin bir havuz hazırlamanız lazım ve sistemimizde o var, yani o derse gelmeden evvel okuyacağı özet, izleyeceği video, takip edeceği sunum, eser bunların hepsi var.

Ondan sonra belli bir soru seti geliyor, soru setinden sonra sistemin içerisinde yapay zekâ var. Öğrencinin eksik kaldığı, yani o dersi ortak müşterekte buluşmak için neleri anlamış olmamız lazım. Orada eksik kaldığı yerden yapay zekâ, ona ekstra video, ekstra sunum gibi şeyler çıkarıyor ve herkes en azından 40 dakikalık ders süresinde anlatılacak şeyin 20 dakikalık kısmını haberdar olarak geliyor.

Bu Ters-Yüz eğitim metodolojisiyle öğrenciler Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı sınavlara girebilmekte, sınavda başarılı olabilmeleri için zorunlu işlenmesi gereken dersleri daha kısa sürede işleyebiliyorsunuz. Derse 20 dakikalık farklı programlarda, farklı disiplinler arası proje yapabilmek için vakit kalıyor.

Bir konuyu incelerken, o konunun tarihi boyutu nedir, felsefi boyutu nedir, matematiksel olarak neler olmuştur, konu bazlı, onlar üzerinde düşünüyorsunuz. Mesela şöyle sorular geliyor örnek vermek gerekirse, Birinci Dünya Harbi’nin Hindistan’a etkisi nedir? Çocuk Türkiye’de, orada o savaş olmadı diyor. Hayır öyle değil, heryere etkisi var ve neden o etki olduğunu anlayabilen, bunu düşünebilen, bütünsel bakabilen gençler yetiştirmek hedefimiz.

Eğitim ortamınız ne kadar araştırmaya, deneye açık?

Yaparak öğrenmek, Project Based Learning (PBM) diyoruz. Neyi yaparak öğrenirseniz o kadar kalıcı oluyor. Öğrencilerimiz bizim teknoloji derslerinde de mutlaka iki tane yazılım dili öğreniyorlar, yapay zekâya kadar giriyorlar, kendileri onları kodlayabiliyorlar.

Daha bir senede çok farklı girişimcilik hikâyeleri çıktı. 3 tane ürün geliştirdiler, patentlerini aldılar ve bu ürünleri şimdi pazara sunacaklar; girişimcilik de bizim eğitim sistemimizin bir parçası. Eğitimimizi üçlü bir sacayağına oturtuyoruz duygusal zekâ ve dijital zekayı da önemsiyoruz.

Önce güvenli bir ortam yaratıyoruz, kendine nasıl yaratacağını, ahlaklı olarak bunları nasıl kullanabileceğini, çünkü dijital dünyayla burada yaşadığımız dünya artık farklı değil, hepsi gençler için bir bütün. Biz anneler babalar olarak da bu konuda kaygı duyuyoruz, o dünyaya onlar kadar hâkim değiliz, olmadığımız için de yasaklamak istiyoruz veya oradaki başarısını, kabiliyetini yanlış algılıyoruz, yani teknolojiye çok yatkın diye getirdiğiniz çocuk aslında hiçbir şey bilmiyor; sadece Facebook ve Instagram kullanımı ve teknoloji kullanmak değil.

Öğrenmenin yolları konusunda bir şey araştırmıştım, öğrenmek şekli üçe ayrılıyor; dinleyerek, karşılıklı sohbet ederek ve gözlemle oluyor. Her üçü de öğretmeni esas alıyor. Dijital ağırlıklı eğitimin yanlış olduğunu söylüyorlar. Yani deniyor ki, öğretmenin hümanist yaklaşımı öğrenciler için çok önemlidir. Asıl olan budur, bunu kaldırıp yerine aygıtlar, monte etmek etmek yanlıştır deniyor Alman Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı bir son raporda.

Kaç tane unicorn çıktı Almanya’dan diye sorarım size. Eğitimde değişen paradigmada öğretmenin görev tanımı değişti; öğreten öğretmenler artık didaktik olarak bir şey öğreten değil çünkü öğrenme alanları çok geniş, özellikle bu Z jenerasyonu, şu anda okullarda olan öğrenciler sizden, benden farklı öğreniyorlar, onlar daha çok Youtube’dan, dünyada ilk defa Youtube aramaları Google’daki kelime aramalarını geçti, niye?

Çünkü bu gençler video izleyerek öğreniyorlar, birçok şeyi izleyerek ve okuyarak öğreniyorlar; bu dediklerinizle paralellik gösteriyor. Lise sona kadar sadece iyi öğretmenle çocukları yetiştirmeniz mümkün değil.

Çünkü gençlerin mutlaka akran öğrenimi çok önemli, birbirimizden çok şey öğreniyorlar. Sınıflar arası projeler yaptırabilirsek en çok orada öğreniyoruz, küçük sınıfla büyük sınıfın beraber olduğu projeler ve biz bunları yapıyoruz. Yani hazırlık sınıfındaki öğrenciyle 11. sınıftaki öğrenci aynı ekip içinde çalışıyor. Herkesin düşünce şekli, bakış açısı ve yetkinlikleri farklı. Öğretmenlere düşen görev daha ziyade mentörlük.

Öğretmen her şeyi bilmesi gerekmediğini, bilgiye nereden ulaşılabileceği konusunda öğrenciye destek olabileceğini, onu teşvik etmesi gerektiğini biliyor. İşte sizin de aslında dediklerinizle birebir örtüşüyor benim dediklerim ve o yüzden kesinlikle bu raporun dediklerine katılıyorum.

Teknoloji sadece bir araç burada, aslında önemli olan insan ve birey, birey yetiştirmek tabii ki. Bizim okulumuzun açılımından bahsetmedim, TİNK’in açılımı var, teknoloji ve insan ve aslında insan bizim öznemiz. Teknoloji sadece bu araçlardan biri ama onu kullanmayı bilmeyen insanlar ne yazık ki geride kalacaklar; o insanı güçlendirmek, insanı teknolojiyle farklı şeyler yapabilir hale getirmek, katma değerini arttırmak, nihai hedefimiz. Öğretmenin de katma değeri bu şekilde artıyor.

Neticede bir girişimcisiniz ve bir yatırım bu. Yani elbette önce para kazanmanız lazım ve çok da para isteyen projelerden bahsediyorsunuz. Ciddi yatırımlar yapmanız lazım bir yandan da ticari olması lazım. Yani sizin çok desteklenmeniz lazım, proje çok güzel. Nasıl destekler aldınız?

Milli Eğitim Bakanlığımız başından beri çok destek oluyor. Maddi destek hiçbir zaman talep etmedim. Çünkü maddi destek alan okullar, teknik liseler, teknik liselerde öğrenci başına bir para ödeniyor okullara.

Diğer her okul yatırımcısı gibi büyük yatırım olduğu için Ekonomi Bakanlığı’ndan yatırım desteğimiz var, vergisel avantajlar vesaire. Bunlar da önemli destekler aslında bakarsanız. Onun dışında devletten özel bir talebimiz yok bizim; bizim kurumsal partnerlerimiz var ve bu kurumsal partnerler hem Türkiye’nin hem de dünyanın en büyük firmaları.

Ancak ben iş hayatında gördüm ki taşıma suyla değirmen dönmüyor, şimdi ben Bakanlığa bel bağlarsam, kurumsal firmaların bana sponsorluğuna bel bağlarsam, Avrupa Birliği’nden gelecek bir seferlik fona bel bağlarsam, bu işletme sürdürülebilir olmaz.

Peki paranız bu okul yatırımlarını yapmaya yetecek mi?

Elbette, ona göre zaten bütün çalışmamı yaptım. Devletin verdiği destek, teşvik vesaire bu proje para kazandırdığı zaman vergi muafiyeti, SGK muafiyeti vesaire gibi bunlar sonraki işler.

Bu yatırımı kendim yaptım, zaten kendim yapabileceğimi bilerek yaptım; yoksa bu işe girmezdim. Evet, dediğiniz gibi maliyetli bir yatırım, hemen ilk senesinden geri dönüş almak için çok kalitesiz bir eğitim vermeniz lazım.

Önce eğitimin içeriğini doğru vermeniz lazım. Bizim hedefimiz Türkiye genelinde 20 tane kampüse çıkmak. Her köşebaşında sizi en yakın diye tercih edilen bir kurum kesinlikle olmak değil.

İstanbul’da 3 kampüsümüz olacak, biri Anadolu yakasında Sancaktepe’de ki kampüsümüz, diğeri Ayazağa’da Vadi İstanbul’un karşısında, öbürü de Florya tarafında. Geri kalan 17 okulumuzu ise ülkenin diğer şehirlerinde kurmayı düşünüyoruz.

Bizim mezunlarımızın Türkiye’nin kaderini değiştireceğine inanarak bu işe girdik, bizim mezunlarımız da, Elon Musk’lar, Mark Zuckerberg’ler arasında olacak, eminim. 2023, hedeflerinde Kalkınma Bakanlığımızın ifade ettiği “3 tane unicorn Türkiye’den çıkacak”, iddiasını gerçekleştireceğiz. Sıfırdan bir milyar dolara erişen firmalar şu ana kadar bir tane bile Türkiye’den çıkmadı, Almanya’dan da yok bu arada. Bunlar ayrı ekosistem bakış açısı gerektiriyor.

Almanya’yı söylüyorsunuz ama Almanya’da ve Japonya’da toplumsal kalkınmayı bir bütün, kesinlikle tümden kalkınma modeli yaratmış ülkelerdir. Orada kişilerin çok zorlanmasından ziyade toplumun her kesiminin bir basamak değişmesi amaçlanmaktadır.

Mesela Çin öyle gözükse de Çin’den çok ciddi sayıda unicorn çıkmaya başladı. Ülkelere uygun eğitim modelleri lazım, ülkenin yapısına uygun, coğrafyasına uygun, şimdi bizim ülkemizin insanının bazı özellikleri var. Biz aslına müteşebbis insanlarız, halkımız buna alışık, hızlı adapte olabilen insanlarız, çünkü yaşadığımız coğrafya çok farklı şeyler görmüş, tek medeniyet değil, farklı farklı kültürler gelmiş gitmiş bu topraklardan.

Bir gün darbe oluyor, öbür gün herkes işine devam ediyor Almanya’da böyle bir şey olsa İngiltere’de böyle bir şey olsa toplum bir anda çöker. Yeni dönemde hızlı adapte olabilmek önem kazandı.

Anlatımlarınızdan okullarınızdan mezun olan çocukların daha çok teknik alanda üniversiteye devam edecekleri neticesi ortaya çıkıyor, öyle mi?

Artık her alana teknoloji değiyor. Tasarım teknolojiyle yapılıyor, sanatın içine inanılmaz bir teknolojik boyut geliyor, bizim şu anki mevcut öğrencilerimizin sadece %10’u yazılımcı olmak istiyor, geri kalanlar da girişimci olmak isteyeni, pazarlama konusunda ilerlemek isteyeni, müzik alanında ilerlemek isteyenleri var.

Başka bir konuya geçmek istiyorum; girişimcilik konusunda söyleşileriniz olmuş. Nedir girişimcilik? Girişimci ne demek? Gençlere bu konuda ne tavsiye ediyorsunuz?

Girişimcilik, hayalini, işletme planını gerçek dünyaya indirgeyebilen, bunu yaparken de doğru takımı kurabilen, finansmanını bulabilen ve bunu hayata geçirebilen insana deniyor bana sorarsanız. Amazonu düşünmek yeterli değil, bunu gerçekten hayata geçirmemiz gerekiyor ve hayata geçirirken de özellikle bu tasarımsal düşünceyle birlikte kendi hayalinizi test ederek pazara alıcısı olan bir şey sunmanız gerekiyor.

Sonra onu modifiye edebilme kabiliyeti olan, doğru ekibi kuran, kendi yetkinliklerinin dışındaki insanları toplayabilen insanlar girişimci oluyor. Bir de zamanlama çok önemli girişim başarısında; girişimcilikte para aslında en sonlarda kalıyor.

Kızlarımızın, kadınlarımızın toplumdaki yeriyle özgürleşmesi, ekonomiye katılması hakkında konuşmalarınız var.

Anadolu’yu gezdiniz, orada pırıl pırıl kızlarımız, kadınlarımız hakkında ne söylemek istersiniz?

Bir kere herkese eşit eğitim hakkı verilmesi gerekiyor, işin temelinde bu var. Bu kaliteli eğitimi Türkiye’nin her bir köşesine kurmamız gerekiyor. İşte teknoloji aslında bu konuda bir imkân sağlıyor, elindeki cep telefonuyla bir sürü içeriğe farklı farklı eğitim yöntemlerine ulaşabiliyorsunuz.

Kadınımıza bence örnek olacak başka kadın liderler olmalı, bu kadın liderlerinin sesinin daha çok duyurulması lazım. Eşinden ötürü veya eşinin yanında başarılı olan kadın değil de, evlenmeyi seçmiş, seçmemiş, boşanmış, özel sektörde çalışmış, çalışmamış, muhafazakâr veya, modern görüşlü olabilir, örnek kadın liderler olmalıdır.

İş hayatındaki kadınların da, hepimizin de ciddi bir görevi var, ne kadar çok konuşabilirsek, ne kadar çok destek olabilirsek o kadar iyi. Ben elimden geldiğince, dilim döndüğünce, vaktim elverdiğince Anadolu’nun da farklı yerlerine gidiyorum, konuşmalar yapıyorum, oradan bana iş fikriyle gelen kız-erkek ayırmadan yardımcı olmaya çalışıyorum.

Hedef erkeklerin önünü kesmek değil, aksine toplumsal olarak birbirimizi eşit düzeyde yukarıya çekersek hepimiz faydalanacağız.

İki çocuğunuz var. Annelik görevinizi tüm bu faaliyet yoğunluğu içinde ihmal ediyor musunuz?

Annelik görevi nedir bir kere? Sabahtan akşama kadar çocuğun başında durmak olarak görüyorsanız evet ihmal oluyor, ama bence o değil. Annenin birincil görevi çocuklarına iyi örnek olmak. Dolayısıyla aslında ben onu yapıyorum; benim çocuklarım evde oyun oynarken telefonla birbirleriyle telekonferans yapıyorlar.

Eskisine nazaran daha az uzak mesafelere seyahat ediyorum, çünkü çocuklar büyüdükçe bana daha çok ihtiyaç duyduklarını gördüm.

Annesi girişimci olan kız çocuklarının girişimde başarılı olma ihtimalleri %86 artıyor. İlla girişimcilik kendi şirketinizi kurmak da değil, çalıştığınız yerde de girişimci ruhu olup onunla bir sürü şey de yapabilirsiniz. Çocuklarımla her dakikamı birlikte geçiyor muyum, hayır. Geçirmem gerektiğine inanıyor muyum? Çok duygusal olduğumuz zamanlarda onlardan ayrılmak zor geliyor elbette.

Çocuklarınız, tabii ki kendileri seçecekler mesleklerini ama ne olsunlar istersiniz?

Çocuklar öncelikle kendi yetkinliklerini, zevk aldıkları şeyleri keşfetsinler istiyorum. Şimdi ben mühendisim, anne babalar bu hataya düşüyorlar, yani siz kendiniz bir konuda iyisiniz diye çocuğunuzun da o konuda iyi olmasını bekliyorsunuz. Bu bir hata, çünkü herkes bireyselleşme yolculuğunda önce kendi tercihlerini, kendi yatkınlıklarını, keyif aldıkları şeyleri bulmaları için onlara ortam yaratmak bizim görevimiz. Sonra onu gözlemleyip, onların eksik olabilecekleri yerlerde onları takviye ederek iyi oldukları konularda daha başarılı olmaları için teşvik ederek hayatlarına devam etmelerini sağlamak gerekir.

Bir de zaten gelecekte tek bir şey olmayacaklar bu gençler. 5 tane, 6 tane meslekleri olacak, farklı farklı sektörlerde çalışacaklar, müzisyenlik yapacak, ondan sonra oradan kalkacak mühendislik yapacaklar. O yüzden de hayata adapte olabilsinler, kendi konfor alanlarından çıkabilsinler, yeniliğe açık olsunlar.

Söyleşilerimizin sonunda en son sorduğumuz şey, Mustafa Kemal Atatürk ve Aydınlanma Devrimi?

İsmini duyduğumda gözlerim yaşardığı kadar beni etkilemiş bir kişilik ve bir kadın olarak bugün sizin karşınızda oturabiliyorsam zaten pek fazla bir şey söylememe gerek yok herhalde. Zaten bu çocuklarımız için hayal ettiğimiz şeyleri hayal edebiliyorsak bunların hepsinin temelinde bu var,Ulu Önderimiz ve bunu da unutmamamız lazım ama her şey değişime açık olmalı, hiçbir şey didaktik değil artık.

Zaten Ulu Önder de hep onları söylemiş, hep geleceğe bakarak yaşamamız lazım, kendimizi ona göre adapte etmemiz lazım. Yönetim şeklinden hayat tarzlarımıza kadar dünya gittikçe birleşiyor.

Yani ben sadece doğudaki bir köyde yaşayan insanın acısına ortak olmayacağım, dünyanın herhangi bir yerinde, bir köşesinde bir insan mutsuzsa, haksız bir şekilde bazı şeyler yaşıyorsa ona da çok üzüleceğim, ona da etki etme şansım ve gücüm olacak, etkimiz olacak ve daha global, yani bütün dünya hepimizin sorumluluğu altında olacak.

Sizi Büyük Kulüp Üyesi olarak görmek istiyoruz.

Çok teşekkür ederim. Memnuniyetle, onur duyarım; üye olacağım.

Çok teşekkür ederiz Zeynep Hanım.

Güzel sorularınız için ve bu söyleşiye derginizde yer verdiğiniz için ben size çok teşekkür ediyorum Erkan Bey.

Back to top