Ayhan Sicimoğlu

Ayhan Sicimoğlu

Ayhan Sicimoğlu 640 427 Büyük Kulüp

RÖPORTAJLAR

Ayhan Sicimoğlu

O çok yönlü ve renkli kişiliği ile Türkiye’nin en sevdiği isimlerden biri… Az uyuyor, az yiyor, çok yaşıyor. Enerjisi hiç bitmiyor, merak duygusu hiç tükenmiyor. Müziğe aşık. Dünyada seyahat etmediği yer sayısı bir elin parmağını geçmiyor. İşte karşınızda Ayhan Sicimoğlu!

Gezgin, gurme, müzisyen, radyo – TV programcısı, ekonomist, fotoğrafçı… Hangisi Ayhan Sicimoğlu’nu anlatırken ilk sırada gelmeli?

Müzik ve seyahat benim için at başı gidiyor. Geri kalanlar da hayatımda ama şu sıralar en çok vaktimi bu ikisi alıyor.

70’li yıllarda kurduğunuz ‹pucu Befllisi’nden sonra kariyerinize solo devam ettiniz…

Aslında amaç solo devam etmek değildi. İpucu Beşlisi ile bir 45’lik çıkardıktan sonra yurt dışına gittim. Aralarda hep Türkiye ve yurt dışı gidiş-gelişler oldu, dolayısıyla müzisyenliğe yurt dışında devam ettim.

Latin atefli sizi nasıl sardı? Latin All Stars’dan biraz bahseder misiniz? Ne amaçla kurdunuz, bugün istediğiniz yerde mi? Geliştirmek istediğiniz yönler neler?

Benim Latin tutkum çok eskilere dayanıyor, perküsyoncu olmamla alakalı diyebilirim. Latin müziği merakım İtalya’da başladı. Roma’da oturan ve müzisyen çevresi olan arkadaşlarım vardı ve bu çevredeki müzisyenlerin yüzde 90’ı Latin’di. Orada Amerikalı, Brezilyalı ve Panamalı müzisyenlerle arkadaşlık ettim. Amerikalı ünlü caz sanatçısı Jon Otis’ten ders aldım. Oradaki gruplarda çalmaya başladım. Türkiye gelince de devam ettim. Bugün Latin All Stars’ın geldiği yerden memnunum ama bu sürekli bakım istediğini de söylemeden geçemeyeceğim. Tek başına, kendi haline bırakırsanız sağlıklı olmaz. Sürekli ilgi göstermek önemli. Biz de bunu yapıyoruz. Örneğin bir konser akşam saat 22:00’de başlayacaksa, biz 16:00’da orada oluyoruz. 16:00’dan 20:00’ye kadar prova; yani bakım ve cilalama yapıyoruz.  Bir anlamda enerjimizi tazeliyoruz. Sonra keyifli bir yemek yiyoruz, muhabbet ediyoruz. Ardından da sahne alıyoruz. Yani hem Latin All Stars’a gereken ilgiyi gösteriyoruz hem de kendi ruhumuzu besliyoruz.

Siz aynı zamanda Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın Baflkanı olarak da görev yaptınız. Vakıf çalıflmaları nasıl gidiyor? 

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın kurucusuyum. Gündemim yoğun olduğu için vakfın başkanlığını bir arkadaşıma devrettim, şu anda vakfın onursal başkanıyım. Vakfın anayasası (vizyon ve misyonları) benim imzamı taşıyor.

Ne sıklıkla dalıyorsunuz, hangi noktaları tercih ediyorsunuz?

Aslına bakarsanız artık eskisi kadar dalamıyorum. Çünkü dalmak da özveri ve adanmışlık isteyen bir uğraş… Bir de arkeolojik amaçlı dalmaya alışınca, biraz şımarıp başka yere dalamıyorsunuz. Daldığımda gözlerim örneğin bir amforanın ucunu görmeye, ellerim M.Ö. beşinci yüzyıldan kalma bir esere değmeye alıştığı için diğer türlü dalmak biraz monoton gelebiliyor. Ben Kızıldeniz’de, Miami’de, Karayipler’de de daldım ama arkeolojik dalışın keyfi benim için bambaşka. Bununla birlikte, unutmadığım bir arkeoloji dışı bir dalış deneyimim var. Bir arkadaşım yatıyla Yeni Zelanda’daki Mauri yerlilerinin yaşamını incelemeye giderken benim de dalgıç olarak kendisine eşlik etmemi istemişti. Mauri yerlileri tabiattan besleniyorlar; bir kısmı da dalgıç, deniz altından ürkütücü büyüklükte kerevitler çıkartıyorlar. Denizin içinde çok yüksek bitkiler var. Ayrıca dev dalgalar söz konusu, öyle ki dalgalar size çarptığında tüpleri dahi kopartabilir. Bir gün dalmak için suya girip denizde dev dalgalarla karşı karşıya kalınca, kendimi korumak için bir kayaya sarıldım. O sırada yemyeşil midyeler gördüm. Önce zehirli sandım. Sonra bana bir file verdiler, bütün midyeleri topladım. İnanılmaz lezzetliydi. Dev dalgalar yüzünden dalamadım ama bol bol midye toplayınca daha fazla havam oldu.

Mauriler kapalı bir kabile mi?

Çok açık değiller ama beni sevdiler ve aralarına aldılar. Kaynaştık. Köylerine götürdüler, tandır kebabı yaptılar; birlikte yapraklar topladık, ormana daldık. Bir ara dövmecileri geldi. Orada “great white shark” olarak adlandırılan vahşi bir köpekbalığı var. Bana da dövme olarak bu köpekbalığının kafasını yaptılar. Dövmeyi çekiçle yaptılar, ağzıma da acıya dayanmam için bir şey verdiler ve o sırada bir çalgıyla müzik yaptılar. Bu müziğin acıyı dindirdiğine inandıklarını söylediler. Ayinsel bir durumdu. Maurilerin dövmeleri hangi kabileye ait olduklarını gösteren bir kimlik niteliği taşıyor; inançlarını, hayat felsefelerini anlatıyor. Burada 10 gün kaldım. Unutamayacağım bir deneyimdi.

“Hastasıyım” tanımının bir hikayesi var mı?

Çekimlerde çok güzel, fevkalade bir şeyi tanımlamak için doğaçlama şekilde çıktı.

Gezip gördükleriniz kadar, renkli giyim tarzınız da dikkat çekici… Sicimoğlu tarzını nasıl özetlersiniz?

Takip ettiğim bir stil yok, içimden geldiği gibi giyiniyorum.

Dışarı çıkarken kolay hazırlanır mısınız?

Evet, 10 dakikadan fazla sürmez.

Seyahatlerinizde…

Marka otel mi, butik otel mi?

Butik oteller ama minimal çizgiye sahip olanlar. Butik otellerde abartılı gösterişi sevmiyorum.

Modern mi, geleneksel mi?

Geleneksel.

Havayolu mu, karayolu mu?

Hızlı olması açısında havayolu. Ama eski zamanlarda, otostopla Paris’e gitmek daha cazip gelirdi.

Motosiklet mi, bisiklet mi?

Motosiklet.

Size yemek beğendirmek zor mu?

Evet, zor.

Mutfakta kendinizi en başarılı bulduğunuz yemek hangisi?

Profesyonel aşçı değilim ama merakım var. İtalyan yemeklerini iyi bilirim.

Hayatta en tahammül edemediğiniz şey nedir? Peki en çok takdir ettiğiniz?

Tekno müziğe tahammül edemiyorum. En çok taktir ettiğim şey ise sevgi!

Sizin için “az uyuyan, az yiyen, çok yaflayan adam” deniyor. Görmediğiniz neresi kaldı?

Henüz Kore ve Kosta Rika’ya gitmedim. Çok merak ediyorum. Afrika’nın bazı bölgelerinde de gitmediğim yerler var.

“Defalarca gitsem de tekrar giderim” dediğiniz Şehir/ülke neresi?

New York.

Kendinizi dünya vatandaşı olarak kabul ediyor musunuz?

Dünya vatandaşı olmaya çalışıyorum.

Sizce dünya vatandaşı nasıl olunur?

Bilgi sahibi olmak çok önemli. Tarih bilmek; ülkelerin dünya tarihine, felsefe tarihine, antik tarihine hakim olmak gerek. Caz, klasik müzik gibi evrensel müzikleri tanımak da ayrıca önemli. “Bunlar bizim müziklerimiz değil” şeklindeki düşünce bana doğru gelmiyor. Böyle düşünürsek, Amerika dışında hiçbir yerde caz yapılmaması gerekir. Ama caz örneğin Japonya’da da var, Finlandiya’da da. Bugün dünyanın en büyük sopranoları Rumen; en iyi kemancılar ise Koreli. Dünya vatandaşı olmak için müziğe evrensel bir kavram olarak yaklaşmak durumundasınız.

“Bir insanı tanımanın en iyi yollarından biri onunla seyahat etmektir” derler. iyi bir yol arkadaşı mısınız?

Hayır, iyi bir seyahat arkadaşı değilim çünkü seyahatlerimde kendi başına buyruğum.

Sırada hangi ülke, hangi şehir, hangi konser var?

Yakın zaman seyahat planlarım arasında Napoli var. Bu arada Napoli’nin yemekleri şahanedir. Konser programımız da hız kesmeden devam ediyor.

Back to top